Konferans bildirisi Açık Erişim

TÜRK DIŞ POLİTİKASININ DÖNÜŞEN GÜVENLİK YAKLAŞIMI: NATO VE RUSYA KARŞISINDA RİSK DENGELEME (HEDGING) STRATEJİSİ VE SONUÇLARI

   Donduran, Can

Günümüzde, özellikle güvenlik alanında uluslararası aktörlerin algıları ve
davranış tercihleri hızla değişmektedir. Öyle ki devletlerin güvenlik
stratejilerinin açıklanmasında geleneksel dengeleme ve peşine takılma ikilemi,
pek çok durumu açıklamak adına yetersiz kalmaktadır. Gittikçe belirginleşen çok
kutuplulaşma, uluslararası güvenliğin küçük ve orta büyüklükteki (ikincil)
aktörlerin algı ve davranış tercihlerine karşı duyarlılığının artması sonucunu
doğurmuştur. İkincil aktörlerin, başat güçler arasındaki rekabete yönelik
tutumları ve yaklaşımları günümüzde, yakın geçmişte hiç olmadığı kadar
belirleyicidir. Değişen ulusal ve uluslararası dengelerden kaçınılmaz olarak hayli
etkilenen Türkiye’nin güvenlik stratejisi de yaşanan bu dönüşüme bağışık
değildir. İkincil bir aktör olarak, Türkiye’nin Rusya ve NATO arasındaki
mücadele karşısındaki yaklaşımının, Ankara’nın son dönemde dönüşen güvenlik
stratejisi ve algısı üzerinden incelenmesi hayli önemlidir.
İki başat güç arasındaki gerginlikten istifade ederek bölgesel ölçekte
konumunu güçlendirme arayışına giren Ankara, iki taraftan elde edebileceği
çıkarlarını olabildiğince artırma yönünde adımlar atmıştır. Yetmiş yıldır üyesi
olduğu NATO ile ilişkilerinin gerilmesi pahasına fitili ateşlenen bu dönüşüm,
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte hayli kaygan bir zemine taşınmıştır.
Mevcut çalışma, merkezine Türkiye’nin değişen güvenlik yaklaşımını
almaktadır. Bu yeni stratejinin analitik bir çerçeve içerisinde kavramsallaştırılıp
tanımlanması ve hem ulusal hem de uluslararası seviyedeki olası etkilerinin
tartışılması hedeflenmektedir. Süreç izleme yöntemi ile Türk dış politikasında
NATO ve Rusya ile ilişkileri etkileyen söylem ve eylemlerin yanı sıra kamuoyu
eğilimlerindeki değişimler incelenecek ve güncel gelişmeler ışığında Ankara’nın
pragmatizmden beslenen güvenlik yaklaşımı açıklanmaya çalışılacaktır.
Klasik güvenlik stratejilerinden farklı olarak, iki başat aktörle de
mümkün olduğunca aynı mesafede bulunmaya işaret eden risk dengeleme
(hedging) stratejisi, Türkiye’nin NATO ve Rusya karşısındaki son dönem
politikasını açıklamaya daha yakındır. İçerisinde işbirliği ve ihtilaf odaklı
politikaları barındıran ve belirsizlik altında doğan risklerin etkisini azaltırken
olası getirileri artırmayı hedefleyen risk dengeleme stratejisi, büyük güç
mücadelesine sahne olan bölgelerde bulunan ikincil devletlerin öncelikli olarak
tercih ettiği güvenlik stratejilerindendir. Cheng-Chwee Kuik’in sunduğu analitik
çerçeveye göre, risk dengeleme stratejisi, uluslararası seviyede üç faktörün
eşzamanlı biçimde gerçekleşmesine bağlı olarak uygun bir seçenek haline
gelebilir. Bu faktörler, ikincil aktöre yönelik yakın (immediate) bir tehdit
bulunmaması; uluslararası arenada derin bir ideolojik kamplaşma olmaması ve
büyük güçler arası doğrudan bir çatışmanın vuku bulmamış olmasıdır. Bu
koşulların sağlandığı günümüzdeki gibi durumlarda ikincil bir devletin
dengeleme veya peşine takılma yerine risk dengeleme stratejisine yönelmesine
sebep olan faktörler ise (1) aktörün maruz kaldığı riskin boyutunu artıran yoğun
stratejik belirsizlik ve (2) getiri maksimizasyonu arayışına yol açan büyük bir
çıkar beklentisidir. Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte gelişen süreci
incelediğimizde her iki faktörün de Türkiye açısından mevcut olduğu
görülmektedir. Henüz çok yoğunlaşmamış bir büyük güç mücadelesi stratejik
belirsizliği artıran en temel faktörlerin başında yer alırken; Türkiye’nin özellikle
Rusya ve kısmen de Ukrayna ile arasındaki mevcut ticaretin hacmi ve doğası
düşünüldüğünde, ilişkilerin bu şekilde devam etmesinin Ankara’nın çıkarları
açısından hayli kritik olduğu görülmektedir.
Askeri, ekonomik ve diplomatik boyutlara yayılan bir orta yol stratejisi
olmanın yanı sıra risk dengeleme, birbirinin etkisini nötrleyen (counteracting)
politikaların eşzamanlı izlenmesini gerektirmektedir. Buna göre, Kuik,
dengelemeden peşine takılmaya uzanan bir politika yelpazesinde, iki farklı grup
altında ele alınabilecek beş farklı risk dengeleme stratejisi belirlemiştir. “Getiri
maksimizasyonu” hedefli ilk gruptaki stratejiler ekonomik faydacılık, bağlayıcı
angajman ve kısmi peşine takılma olarak sıralanabilir. “Risk durumuna bağlı”
(risk-contingency) önlem niteliğindeki stratejiler ise dolaylı dengeleme ve
hakimiyetin reddi olarak sınıflandırılmaktadır. Bu stratejilerden ikisini veya daha
fazlasını, birbirinin etkisini sıfırlayarak riski minimize edecek biçimde
uygulayan ikincil devletlerin bölgelerindeki büyük güç mücadelesi karşısında
risk dengeleme stratejisi izlediğini söylemek mümkündür. Bu stratejilerin askeri,
diplomatik ve ekonomik alanlara yayılımının yoğunluğu, aktörün “şiddetli”
(heavy) veya “hafif” (light) bir risk dengeleyicisi olduğu hususunda
belirleyicidir.
Türk güvenlik stratejisinde ilk işaretleri takriben 2013 yılında
bulunabilecek değişimin temelinde yatan unsur, Batı ittifakına bağlılığın
sorgulamaya açılmasına koşut olarak Rusya ile ilişkilerin derinleştirilmesi
olmuştur. Türkiye’nin NATO’ya ilişkin şüpheciliğine dair 2011 yılındaki Libya
müdahalesi öncesinde ortaya çıkan ilk sinyaller, zaman içerisinde şekillenecek
bir uzaklaşmanın habercisi niteliğindedir. Takip eden dönemde, başta Fransa ve
ABD olmak üzere bazı üye ülkelerle yaşanan anlaşmazlıklar, Türkiye açısından
ittifakın güvenlik stratejisindeki merkezi konumunun tartışmalı hale gelmesine
yol açarken, üye ülkelerin Türkiye’yi ittifakın uyumunu tehdit eden bir aktör
olarak görmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu bakış, İsveç ve Finlandiya’nın
üyelik ihtimali karşısında takınılan ikircikli tutum sonucunda gittikçe
güçlenmektedir. Beyaz Saray’da Donald Trump’ın bulunduğu süreçte yaşanan
krizler ve ABD’nin kendi kurduğu düzene yönelik şüpheci yaklaşımı da iki taraf
arasındaki ayrımın derinleşmesine katkıda bulunmuştur. Aynı süreçte yaşanan
Türkiye-Rusya yakınlaşması, bu gelişmelerden bağımsız olarak ele
alınmamalıdır. İki ülke, başta Libya ve Suriye olmak üzere pek çok kritik konuda
aynı tarafta yer almasalar da artan ekonomik işbirliği ve gittikçe derinleşen ticari
bağlar zaman içerisinde askeri alana da yayılmış ve Ankara’nın Moskova’dan S-
400 hava savunma sistemi satın almasıyla zirveye çıkmıştır. Bu dönemde
yaşanan Rus uçağının düşürülmesi ve büyükelçi suikastı gibi krizler dönemlik
sarsıntılara yol açmıştır; ancak, özellikle 2016 sonrasında ilişkilerdeki olumlu
hava güç kazanmış ve günümüze kadar devam etmiştir. Bu değişim, Türk
kamuoyunun bakışına da yansımış ve Rusya’ya dair olumlu görüş bildirenlerin
oranı yükseliş gösterirken, Türk halkının hem ABD hem de NATO ile ilgili
olumlu görüşü genel bir zayıflama eğilimi içerisine girmiştir. En dikkat çekici
olan husus ise kamuoyunda Batı’ya güvenin belirgin biçimde azalmakta
olmasıdır.
Bu çerçevede, Türkiye, güvenlik algısını NATO merkezli olarak
şekillendirmekten görece uzaklaşarak Batı ittifakı ve Rusya karşısındaki
güvenlik stratejisini risk dengeleme yaklaşımı etrafında şekillendirmeye
başlamıştır. Ankara’nın, Ukrayna’daki savaşın başındaki “iki taraftan da
vazgeçmeme” olarak nitelenebilecek tutumu, bunun en net göstergelerindendir.
Ekonomik pragmatizm ile getiri maksimizasyonuna yönelen Türkiye, savaş
boyunca Batı yaptırımlarına katılmazken Rusya ile ticari ilişkileri, turizmi de
kapsayacak biçimde, olduğu gibi devam ettirmeye çabalamaktadır. Buna karşın,
Türkiye diplomatik alanda dolaylı dengeleme yoluna yönelerek Avrupa Konseyi
ve BM’deki oylamalarda çekimser kalmış veya Rusya aleyhine oy kullanmıştır.
Diğer bir ifadeyle, Türkiye, ittifak üyeleriyle keskin biçimde ayrışmaktan itinayla
kaçınmaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki büyük güçler arasındaki ihtilafın
yoğunlaşması, hatta doğrudan bir çatışmaya dönüşmesi, uluslararası seviyede
belirsizliğin azalmasına ve ikincil aktörler açısından risk dengelemenin
uygulanamaz bir hale gelmesine yol açacaktır. Bu durum, bahsedilen aktörlerin
bir seçim yapması kaçınılmaz kılacak ve bu tercihe bir bedel eşlik edecektir.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin bu süreçte bir katalizör rolü oynaması şaşırtıcı
değildir. Güvenlik stratejisini risk dengeleme eksenine oturtmuş durumdaki
Türkiye’nin olası bir taraf seçimi zorunluluğunun kendisine getireceği yükü ve
yaratacağı sonuçları ihtiyatlı biçimde tartması elzemdir.

Dosyalar (893.9 kB)
Dosya adı Boyutu
VI. Mülkiye Uİ Kongresi_Donduran_ÖZET.pdf
md5:befebea02b25d9c32780331b891012dd
893.9 kB İndir
41
375
görüntülenme
indirilme
Tüm sürümler Bu sürüm
Görüntülenme 4141
İndirme 375375
Veri hacmi 335.2 MB335.2 MB
Tekil görüntülenme 3838
Tekil indirme 352352

Alıntı yap