Kitap Erişime Kapalı
ÖZ
Bu çalışma öncelikle Türkiye’deki kadınların çalışma hayatına dâhil edilmesi ve ekonomik bağımsızlıklarını elde etmesi amacına küçük de olsa hizmet edebilmesi doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Kadınların iş hayatında din veya inancın açığa vurulmasından dolayı karşılaştığı kıyafet ve eşit ibadet yeri problemleri 1982 Anayasası ile korunan din ve vicdan özgürlüğü kapsamında ele alınmıştır.
Türkiye’de bu çalışmayı yapmanın risklerinin farkında olmakla beraber, dünya genelinde ve Türkiye’de çoğulcu, özgürlükçü mahkeme kararlarının, uygulamalarının gündeme gelmesi beni bu çalışmayı yapmaya itti. Çalışmayı tamamladığım dönemde bu hak ve özgürlüğün korunması yolunda birçok adım atıldığını ve artık noktalanması gereken bir tartışma olduğunu düşünmüştüm. Ancak tezin yazıldığı dönemden bugüne kadar geçen zaman zarfında hala Türkiye’de bizim için önemli olan laiklik ilkesinin tartışıldığını ve dünya genelinde sınırlamaların tekrardan gündeme geldiğini gördüm. Bu, dini görünürlüğün sınırlandırılması tartışmasının devam edeceği anlamına geliyordu. Çalışmayı tamamladıktan sonra ortaya çıkan COVID-19 Pandemi süreci ile bu sorun bambaşka bir boyuta taşındı. Dünya genelinde istihdam oranları ve kadınların istihdamı ciddi oranda düşerken dini temelde ayrımcılık, yabancı düşmanlığı arttı.1 Dolayısıyla çalışmış olduğum dezavantajlı grubun ayrımcılığa uğrama ihtimali de arttı. Türkiye özelinde hukuki anlam- da din ve vicdan özgürlüğü bakımından kadınların özgürlüğünü sınırlayan düzenlemeler kalkmıştır. İbadet yeri konusunda ise yalnızca mevzuat değişikliği ile halledilebilecek olan eşitlik problemi bulunmaktadır. Bu çalışmada da bunlara ilişkin tüm hukuki süreç verilmeye çalışılmıştır.
Bir devrin kapandığı düşünülse de içinde yaşayan herkesin tespit edebi- leceği gibi toplumda gittikçe artan bir kutuplaşma ortamı bulunmaktadır. Ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılar bu ortamı olumsuz olarak etkilemekte- dir. Ancak toplumdaki kutuplaşmanın bedelini yine Müslüman kadınlar ödemektedir. Kamuda serbestliğin kalkması ve buna paralel olarak özel sek- tördeki esneklik (veya muhafazakarların özel sektörde hâkim olmaya başla- ması) ile Müslüman kadınların görünürlüğü artmıştır. Bu görünürlüğün artması ile belli bir partiye mensup olma önyargısı ile karşı karşıya kalan bu kadınlar, özellikle kamuda işe alındıklarında liyakatsiz olarak görülmektedir- ler. Özel sektörde ise hala profesyonel bir görüntü vermedikleri düşünüldüğü için işe alınmada tercih edilmemektedirler. Hukuki olarak birtakım hakları elde etmiş olsalar da sosyolojik açıdan başka problemler ortaya çıkmaktadır. Bu da yalnızca hukuk kuralı koymanın veya bir özgürlüğü hukuki olarak sağlamanın her zaman yeterli olmayacağını bize göstermektedir. Devletin pozitif yükümlülüğü bu noktada önem kazanmaktadır. Kentli kadınlar gü- nümüzde sokakta dini kıyafetlerinden dolayı sözlü veya fiziki saldırıya uğramaktadır. Bu saldırıların en çarpıcı örneklerinden biri de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan Neşe Nur Akkaya’nın Nişantaşı’nda bir parkta otururken uğradığı sözlü ve fiziksel saldırıdır. Daha sonra ceza davasına da konu olan olayda Akkaya, arkadaşıyla otururken kendisine "Ben sizden rahatsız oluyorum. Gaziosmanpaşa'ya gidin. Burada yaşayamazsınız. Buradan gidin." denerek darp edilmiştir. Tez savunmasındaki hocalarımın ve bu konuyla alakadar olan meslektaşlarımın bana sorduğu soru, bu tarz kısıtlamaların tekrar gündeme gelip gelmeyeceğidir. Çoğu uzman artık böyle bir uygulamanın gündeme gelmeyeceğini ifade etse de bu konuda ben maalesef olumlu bir yaklaşım sergileyemeyeceğim. Daha sıkı koruyucu tedbirler alınmadıkça Türkiye’de aynı sınırlayıcı yaklaşımın tekrar gündeme gelmesi kolay olmamakla birlikte mümkündür. Çünkü Türkiye’de özellikle kadının dini kıyafeti siyasetin gündeminden bir türlü kurtulamamış ve salt bir özgürlük meselesi olamamıştır. Çalışan kadının din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin sınırlamalara bakıldığında mahkemelerin ve idare uygulamalarının gerekçesinde dini kıyafet giymeyi-sembol taşımayı tercih eden kadınların tarafsızlık bariyerine takıldığı gözükmektedir. Temel problem, kıyafetin ya da sembolün tercih edilme- sinin tek başına tarafsızlığa aykırı olacak biçimde başkalarının hak ve özgürlüklerini etkileyebilecek potansiyel bir unsur olarak görülmesidir. Bu da sınırlamanın çok genel, soyut ve katı bir biçimde uygulanması ile hakkın özünü zedeleyecek bir yaklaşımdır. Anayasa Mahkemesi’nin de ifade ettiği gibi “Bir dinin herhangi bir dışa vurum davranışının tek anlamının laik dev- lete dini bir meydan okuma olarak yorumlamak ise, bu dinin mensuplarının kendi eylemlerini tanımlama kapasitesini yok saymak anlamına gelir.” Hal- buki dışa vurumun sınırlanmasında başkalarının hak ve özgürlüklerini etkileyen somut fiillerin varlığı ve somut gerekçelerin varlığı gereklidir.
Çalışmada din veya inancı fark etmeksizin cinsiyetlerinden dolayı dezavantajlı olan kadınların dini dışa vurumları ile beraber kesişimsel ayrımcılığa uğraması göz önünde bulundurularak hukuki süreç analiz edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Türkiye’ye karşı da başvuru yapılabilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve İnsan Hakları Komitesi (İHK) dışında çalışan kadın- lara yönelik zengin içerik ve özgün yaklaşımlara sahip olan Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ve Federal Almanya Anayasa Mahkemesi (BVerfG) kararlarına da karşılaştırılmalı biçimde yer verilmiştir. Çalışmanın basılması için tekrardan düzenlenmesinde plan üzerinde fazla değişiklik yapılmamış ve yalnızca içerik güncellenmiştir.
Dosyalar erişime kapalıdır.
| Tüm sürümler | Bu sürüm | |
|---|---|---|
| Görüntülenme | 71 | 71 |
| İndirme | 4 | 4 |
| Veri hacmi | 1.5 MB | 1.5 MB |
| Tekil görüntülenme | 66 | 66 |
| Tekil indirme | 4 | 4 |